30 Ekim 2024 Çarşamba
Kürt sorunu ve terör sorunu aynı değildir. Kürt sorununun demokratik yollarla çözümüne sıcak bakan ve başta CHP olmak üzere Saadet, Gelecek, Deva gibi partiler dahil siyasi oluşumların gösterdiği çabalar hedef alınarak susturulmak isteniyor. Buna karşılık terör örgütü ve onun İmralı’da tutuklu olanların söz sahibi olmasını isteyen MHP ve AKP öncülüğündeki Cumhur İttifakı, “Gerekirse Öcalan TBMM’de konuşsun” diyenlerin dönemini görünür kılmak ve tartışmayı bu alana taşımak istiyor. Böylece Ekrem İmamoğlu ve diğer seçimle gelenlerin halkla bütünleşmesinin önüne geçmeyi hedefliyorlar.
Hayatı boyunca demokratik yollarla Türkiye’nin sorunlarını çözmeye çalışan Prof. Dr. Ahmet Özer’in susturulması, AKP’ye yakın Kürtleri kabul gören bir çizgide, demokratik çözüm savunucularının ise hedef alınarak susturulması anlamına geliyor. Bu durum, başta CHP olmak üzere tüm parlamentoya “Kürt sorunlarını çözmek isteyenlere gözdağı” verilmesi amacını taşıyor.
Terör başını meclise davet edenlere karşı suskun kalınırken “makul Kürt” ve “siyaset” kavramlarının Cumhur İttifakı’na yakınlıkla özdeşleştirilmesi sağlanıyor. CHP ve demokratik çözüm yollarını parlamentoda, bilim ve sanat aracılığıyla çözmeye çalışanlar Prof. Dr. Ahmet Özer’i yalnız bırakmamalıdır. Bu dönemde demokrasi mücadelesi tüm birimleriyle Prof. Dr. Ahmet Özer ve CHP’nin yanında olmalıdır.
Mesleğimizin güzide örgütü Mersin Gazeteciler Cemiyeti’nin (MGC) genel kurulu yapıldı.
Daha dün gibiydi art arda gelen genel kurullar olduğu.
Önceki genel kurularda da adaylar yarıştı.
Çok büyük ilgi gören bu yarışlarda geniş katılım sağlandı.
Demokratik derslerin en güzel örnekleri yaşandı. Bütün sert eleştiriler ve karşı cevaplar sonucu kazanan adaya diğer adaylar başarı dileme anlayışı ve uzlaşısı için de el ele ortak fotoğraflar verilerek seçim tamamlanmıştı.
Seçim boyunca bütün yaşananlar geride kalmıştı.
Rüstem Kaya Tepe ve ekibi göreve gelmişti.
Demek ki 3 yıl tamamlanmış ve 27 Ocak 2024 Cumartesi günü seçim salonunda üyeler yerini almıştı.
Şimdide son seçimde bu salona nasıl gelindi gelişmelere bakalım.
Üç yıllık hizmet döneminde olan mevcut başkan R. Kaya Tepe ile Beycan Üçkardeş, MGC’nin son genel kurulunda başkanlık yarışında olduklarını ilan ettiler.
Genel kurul yaklaştıkça seçim çalışmaları hızlandı ve herkes kendi projelerini sunarak diğer tarafın eksik ve olumsuz noktalarını gündeme getiren çalışmalar yürüttü.
R. Kaya Tepe daha önce yapılan ve daha çok adayın katıldığı seçimlerde herkesin tahminlerde zorlandığı ve birbirine yakın imkân ve tecrübelerle sandık başına gittiği seçimleri kazanmıştı.
Neden imkânları birbirine yakın dedim.
Her iki adayın da görsel medya alanında hatırı sayılır ve izlenen uydu üzerinde yayın yapan ve geçmişten bu yana resmi ve özel kurumlarla ilişkili haber ve programlar sunan avantajları vardı.
R. Kaya Tepe ile Turgay Demirtaş’tan bahsediyorum.
Zaten Fatih Şahin listesinde yakalanan şans, İbrahim Yalçıner’in de aday olması ve ayrı liste çıkarması bu alandaki oluşuma güveni sarsmıştı.
Bütün bu gelişmeler R. Kaya Tepe’nin şansını artırdı ve önemli bir farkla seçimi kazanarak bugüne kadar yaptığı çalışmalar ve avantajlarla salona geldi.
Seçim ile yönetilen her alanda olduğu gibi MGC içinde muhalif olanların eksik bulduğu zorunlu yapılması gerekenlerin yapılmasını isteyeceği mesleki anlamla ilintili sağlık, sosyal, siyasi ve özlük hakları konusunda talepleri dilendirerek aday olma seçme seçilme hakları olur. İşte bunlardan biri de uzun süre çalışan gazetecilerden biri olan Beycan Üçkardeş göreve talip olduğunu belirterek aday oldu.
Seçim boyunca her iki adayın dile getirdiklerini ele alarak sizleri sıkacak değilim. Zaten bu demeç açıklama vaatlerin çoğu mesleğimiz gereği kendi çalıştığımız gazete, radyo, televizyon İnternet haber portalı ve sitelerinde yer aldı.
Dolayısıyla bizler biliyoruz.
Takipçilerimize duyurduk.
Onları burada tekrar ele almak saygısızlık olur.
Yer işgal etmek anlamına gelir.
Salonda üyeler, konuklar ve Türkiye Gazeteciler Federasyonu (TGF) Genel Başkanı Yılmaz Karaca yerlerini aldı. Divan başkanlığına Karaca seçildi ve kongre açılmış oldu.
Ama salonda bütün gerilime rağmen adayların yaptıkları açıklamalar ve demokratik uzlaşı ortamı içinde düşüncelerini açıklayarak aday olmalarının sebeplerini açıklayarak destek istediler. Bazı hoş olmayan tavırlar dışında herkesin takdir etiği bir ortam içinde sandığa gidildi.
Seçime ilk defa katılan Beycan ÜÇKARDEŞ’in Beyaz Listesi 58 oy aldı.
Kırmızı listede yer alan R. Kaya TEPE’nin listesi ise 157 oy aldı.
Aslında bu sonuç her iki tarafın başarılı bir sonuç aldığını göstermiştir.
R.Kaya TEPE, Pandemi ve Deprem zamanı ile genel seçim ve ekonomik krizlerin olduğu bir dönemde işini gücünü bir tarafa bırakarak Medya Patronu olduğu suçlaması yerine kendince kuruma 2 yer kazandıran ulusal ve uluslararası birçok alanda temsiliyet görevini yerine getirdi. Bu gözden kaçırılmamalı. Ama doğrusunu da R. Kaya Tepe, bu fedakârlığının kendisi dışında bazı yönetim kurulu üyelerine çok önemli bir avantaj sağladığını herkes biliyor. Kaya beyinde bunu görmesi ve ona göre davranması sağduyulu cemiyet üyeleri tarafından dost uyarısı olarak dile getirilmektedir.
Beycan ÜÇKARDEŞ ise çalışan bir gazeteci olarak bütün imkânlardan mahrum olarak dile getirdiği sorunlarla birkaç hafta içinde bir liste çıkarması ve bu kadar oy alması gerçekten azımsanmayacak bir sürpriz sonuç almıştır. Herkesi sahip olduğu imkânlar ayırdığı zamanlar ve etrafında olan engellerle değerlendirildiğinde azımsanmayacak bir başarı olarak görülmelidir.
Sonuç yapılan bir seçim ve seçimin sonunda kaybeden adayın olmaması ve kazananın da tüm MGC olması, adayların ortak barış ve uzlaşı ortamı içinde ellerinin havaya kalkmasıdır.
Bu fotoğrafı vermeleridir.
Geçen genel kurulda olduğu gibi.
MGC’ye çok yakıştı.
Emperyalizmin şımarık çocuğu İsrail için damdan düşenlerin anladıklarından gelen sonuç.
Irkçılığa ve soykırıma karşı yıllarca mücadele veren Güney Afrika Cumhuriyeti başkaları hamaset yaparken o ise gerekeni yaptı. Liderleri Nelson Mandela‘ın izinde tüm dünyaya bir kez daha ibret alınacak bir ders verdi.
İsrail, bütün Dünya’nın gözleri önünde Filistin Halkı Üzerinde soykırım uygulamaları içinde iken Dünya devletleri sadece baktı. Biri hariç söylem yerine icraat yaparak kendi liderleri Nelson Mandela’ya yakışır şekilde hukuksal ve gerçeklerle güçlendirilmiş çalışmalarını Lahey Adalet Divanına sunarak gerekeni yaptı.
Lahey Adalet divanı dosyayı görüşmeyi önce kabul etti.
Sonra acil görüşme talebi ile toplandı.
Görüşmelerde görülen lüzum üzerine bir ay içinde ihtiyati tedbir ile soykırımın önlenmesi için karar alındı.
Nihai kararı beklemeden ihtiyati tedbir ile soykırımın önüne geçmeyi İsrail’e bütün dünyanın gözü önünde iletti. Artık bundan sonra timsah gözyaşı dökmekle masum görünmeye çalışanların maskeleri düşecek.
Lahey Adalet divanında İsrail’in lehine oy kullanan 2 üye dışında 13 üye aleyhte oy kullanmıştır. Bu anlamlı karar ile Dünya artık Hukuk ile zulmün arasında tavır alanlara göre netleşecek. Barışın sürmesi adına ve emperyalizmin insanlık dışı vahşetine karşı kanun tanımaz hukuk gözetmeyen sonuçlarının süreceği bir Dünyanın sebep olacağı felaketleri de 3. Dünya savaşı yâda nükleer tehlikelerin önünde önemli bir set oluşturacak tavır ruh ve dayanışmanın yöntemini göstermiştir.
Bu vesile ile Güney Afrika Cumhuriyeti bütün Dünyaya hukuksal yollarla Mahatma Gandi ve Nelson Mandela yolundan yürüyerek bütün insanlığa başta Siyonist olmak üzere onun yanında yer alan ve kayıtsız kalan ülkelere ders verecek bir mücadele mucizesini yaşadıklarından ders alarak bütün dünyaya armağan etmiştir.
Bu kıskandıran tavrı keşke emperyalizme karşı ulusal kurtuluş meşalesini M. Kemal ile yakan ülkem göstermiş olsaydı.
Dünya baktı Güney Afrika yaptı.
Kalın Sağlıcakla.
Kolay değil 3 Ocak 1922’den 3 Ocak 2024’e gelen 102 yıllık bir tarihin kurtuluş yıldönümünü anmak.
Anmak diyorum çünkü kutlamak için kurtaranların bize teslim etiğini korumak güçlendirmek ve geliştirmekten doğan onur olmalıydı.
Ama ben herkesten farklı ele alınması gereken bir dönemin ona sadık olmanın ve saygıyla bize emanet edenlerin canı pahasına devrettikleri Mersin’in bu günkü haline bakarakken kurtuluş köklerine saygıyla eğilmenin zorunluluğu içindeyim.
*Bakan gözleri kamaştıran coğrafyası,
*Asıl eli (Yerli) ve El içine (Göçmeni) kabul etiğini bağrına basan ve imkânlarını paylaşması,
*Din, dil, ırk, mezhep ve bölge ayrımı yapmadan uzlaşı içinde yaşaması,
Kurtuluşundan bu yana çok zengin demografik yapısıyla yılardır çeşitli zamanlarda ülkenin ekonomik sosyal ve siyasal konumuna rağmen kışkırtmalara alet olmayan birlik beraberlik içinde uzlaşı ruhunu sürdürmesi. Bu günlerde de nüfus patlamasına yol açan kontrolsüz dış göçün yaratacağı sorunlar. Önlem alınmadığı için deprem mağdurlarının ilimizde misafir edilmesi ve gelecekte çözüm bekleyen zorunluluklar.
** Dünyanın en güzel Kıyılarına sahip Akdeniz,
** Dünyanın en genç dağları Toroslar ’a sırtını dayayan,
** Dünyanın en bereketli ovası Çukurova’nın en verimli topraklarında uzanan
Varlığı,
III. Tarihi, Mitoloji, Yerleşim, Yaşam Ev sahipliğinin önemi.
***Sertavul Geçidi,
***Pozantı Geçidi,
***Kara ve Liman ulaşımı,
****Deniz ulaşımı, Limanlar ve Mavi Vatan Ticaret Kuzey Kıbrıs, Güney Kıbrıs,
****Kara Ulaşımı: Demir yolu, Karayolu,
****Hava Ulaşımı: Çukurova Hava Limanı,
***** Güneş Enerjisi, Rüzgâr Enerjisi, Hidroelektrik Enerjisi
***** Nükleer Enerji,
*****Akdeniz Doğalgaz,
****** Tarım, Sanayi, Hammadde, Turizm,
****** Tarih, Kültür, Eğitim,
****** Yetişmiş insan gücü ve uygun koşullar,
İnanın saymakla bitmeyecek kadar saç ayakları sıralaması yapılarak ele alacak güzellikler, olanaklar, olumlu koşular vardır. Ama bunları hayırsız evlat gibi mirasyedi sorumsuzluğu ile düşünüp taşınmadan, talan etme zihniyeti ile topraklarını sularını ve imkânlarını uzun süren araştırma, tartışma ve fizibilite çalışmaları yerine günübirlik sarhoş mezesi gibi satılarak beton yığını haline getirilmiştir.
En keşmekeş bir gündüz kondu zihniyeti, sonradan görmelerin anlayışı ile site plaza ve yatırım teşvik anlayışı ile kurulan verimsiz işletmeler sonucu, tüketilen bir kente dönüştürülmüştür.
Ama ‘Toros Dağlarında Yörük çadırlarından birinin dumanı tüttükçe ülkenden umudunu kesme’ diyerek Mersin’in sahiplerinin kimler olması gerektiğini de lafı dümdüz söylemiştir. Bizde lafı evelemeden gevelemeden gelinen Mersin’ in bu günkü durumunun üzerine methiyeler düzerek kaynaklarını tüketenlere cesaret vermek yerine kalanlara sahip çıkmak yanlışlıkları düzeltmek ve çağdaş geleceği bilimin, sanatın, Ekolojinin ışığı altında yeniden kurmalıyız.
Bu anlayışla Kızılderili Atasözünde söylediği gibi ‘torunlarımıza teslim edecek bir diyetin’ sorumluluğu altında, saç ayaklarından piramitler oluşturmalıyız. Piramitlerin değişik alanlarından, birbirlerine bağlanan zirvesinden, gelişmiş, yaygın bir temel üzerinde, geleceğe güvenle bakan bir Mersin, 3 Ocak Kurtuluş Günleri hazırlamalıyız. O günleri kuracak olan kurtuluşu sağlayanların torunlarına şimdiden selamlar olsun.
Kalın Sağlıcakla.
Bütün dünyada herkesin gözleri önünde bir insanlık dramı yaşanıyor.
İkinci dünya savaşında jenoside uğrayan bir halk; 1948 yılında vaat edilen toprakların bir kısmında devlet kuruyor.
Bu devletin M.Ö.’ki yılardan başlayan ve defalarca başta kendi toprakları olmak üzere, birçok yerden göçe etmek zorunda kalan Musevi, Yahudi, İsrafil (İsrail) oğulları diye anılan bir kavimden bir kavime doğru yolculuk yapanların kurduğu bir devlet.
Gelin görün ki Hitler’in Nazi Almanya’sında fırınlarda yakılan bu halkın tanınmış devleti şimdi bir başka halkın üstelik kendi kökenlerinde akraba olan İsmailoğlularından olan Filistin’inin çoluk çocuğunu, hastane sivil, medya mensubu olduğunu ayırt etmeden bütün Dünya’nın gözü önünde katletmektedir.
Teknolojinin, bilimin, üretim araçlarının bütün insanlığa yetecek üretimin ve zenginliğin oluştuğu bir dönemde militarist tekelciler ve insanlığın geleceğine hükmetmek isteyenlerin, yüz kızartan uygulamalarıyla bir harekât başlattılar.
İsrail’i, kuşatılmış ‘elleri kolları bağlanmış’ yıllarca ‘eli sapanlı’ olan ve Yaser Arafat’ın ‘generallerim dediği, çocukların sivil İNTİFA’ tepkileriyle sempati kazanan bir avuç her şeyden mahrum edilen akraba, komşu ve işgal etikleri topraklarıyla zulüm uygulayan Filistinli çocuklar ve halkından korumak için İsrailli Filistin den korumak için bütün güçlü Emperyalistler yardıma koşuyorlarmış. Güler misin ağlar mıın?
Halbuki yıllarca uygulanan bu baskı ve kuşatma yerine, onları mahkûm etmek sıkıştırmak ve ölümü gösterip göç etmek zorunda bırakmak yerine onlara insanca yaşam hakkı tanıyanlar bir arada olsalardı BM Topluluğunun almış olduğu kararlar uygulanarak ve bunun da yine BM başta olmak üzere kendilerine çağdaş medeni ve gelişmiş uluslar diye tanımlayanların barış ısrarları ve destekleri kesilmeyecekti.
Bu kadar insan ölmeyecekti.
Bu kadar savaş aleti tank, tüfek ve bomba kullanılmayacak, eğitimden, üretimden ve geleceğe güvenle bakan iki komşu devletin, ulusları arasında düşmanlık, katliam ve savaşlar olmayacaktı.
Üstelik bütün bunlar şimdiye kadar harcanan paranın binde birine mal olmadan çözülecek ve insanlık görevlerini insana yakışacak şekilde yapmış olacaklardı.
Ya şimdi…İnsanlık Nerede?
İnsanların ölümü ‘ecelden olacak’ bir Ortadoğu ‘kan revan içinde olmadan kadim geçmişi’ ile ‘Barış’la-‘Savaş’ı bertaraf etmenin efsanesiyle tarihte anılacak bir sonucu yaratmak ne güzel olurdu.
Mitolojide oralar için anlatılan savaş hikâyeleri yerine bu sefer bir barış destanı dilden dile dolaşsaydı fena mı olurdu?
Bu sağlanacak.
Filistin’de de gözyaşı dinecek.
Bu gözyaşlarının dinmesi başta İsrail olmak üzere, tüm insanların onurunu kurtaracak bir barışı inşa edecektir.
Kalın Sağlıcakla…