02 Mayıs 2025 Cuma
İNSAN İNSANA ÖLENE KADAR GEREKLİDİR…
SANILDIĞI KADAR KOLAY DEĞİL !!!
Belkız Yayla Yazıları ile artık sizinle
USART Dernek ŞANLIURFA'DA "ZAMANIN İZLERİNDE"
Solid Yazılım: Endüstriyel Tasarımda Dijital Dönüşümün Güvencesi
Alkima Partners’tan Kabtek’e Yatırım
Bir gün, bir ay, bir yıl elli yıl bile değil; İnsan insana taaa ölene kadar gereklidir, … -İmzayı atsın onunla işim biter aramam, -Köprüyü geçene kadar ayıya dayı derim, -Miras işi çözülsün bin yıl yaşasa da artık görüşmem, -Kredime kefil olsun, hayatımın en büyük kazığını atar giderim, -Çocuğumun üniversite işini halletsin yüzüne bakmam, -Gelinim oldu hayrını görmedim defolsun, -Damadım oldu adam olmadı işim olmaz, -Doktor raporumu alsın artık görüşmem, -Hele büyüklerimiz ölsün sonra yüzüne bakmam vs… … Anneciğim bu şekilde çıkarcı davranan insanlara;
-BALTASI KÜTÜKTEN ÇIKTI; ARTIK DÖNÜP YÜZÜMÜZE BAKMAZ; BİZE EYVALLAHI BİTTİ derdi,
Oysa hayat isimli bu serüvende; insan insana bir defalık, bir günlük, aylık, yıllık, on ya da elli yıllık değil, ölünceye kadar gereklidir, Hayat serüveninde her gün insana aşılamaz büyük sorunlar getirir, İnsanın tek başına altından kalkamayacağı sorunlar ve onlara yeni çözüm yolları aratır, buldurup uygulatır, Bu da insanlar arasında bir gün, ay, yıl, değil belki de ömür boyu sürekli dayanışmaya mecbur bırakır, Hayat bu doğal yasalarına uyanlarla yoluna devam eder; uymayanların icabına bakar, …
Ne kadar güçlü, genç, yakışıklı, büyük kariyere, sınırsız ekonomik varlığınız da olsa gücünün yetmeyeceği zamanlar hep olacaktır, Hayat insanı silindir gibi ezip gidebilecek olayların akışı insanı öyle zorlar ki; Burnu havalarda olan, işinin bittiğini sanan kişiye bazen tükürdüğünü tekrar yalatır, Ret ettiği, sırtını döndüğü eli değil ayağı tekrar öptürür, Her gün, her nefeste lanetlediği insanın kapısında diz çöktürür, Günlerce sorununun çözümünde yardımcı olması için binlerce kez özür diletip yalvartıp yakartır, Hakaret ettiği dövdüğü, aşağıladığı, sokakta saldırdığı, sakat bıraktığı kişiden bin özür diletir, Maddi ve manevi her türlü bedeli ödetir, Hayat şartları öyle acımasız ve zorlayıcı olur ki, aralarında kan davası olanları bile gün gelip barıştırır, …
Akıllı kişi insanlar arasındaki ilişkiyi kısa vadeli düşünmemelidir; -Benim bu kişiyle bir günlük işim vardı, çözdüm bitti yüzünü şeytan görsün diyenlere; -Onunla her türlü alış verişimi bitirdim, defolup gitsin dememelidir, Böyle düşünen ve davrananlara hayat öyle bir tokat vurur ki, yaptıklarından bin kez pişman eder; Hatalı olan o kişi gün gelir geri döner, aylar, yıllar sonra bile; -Kurban olduğum, elini ayağını öptüğüm sana yeniden şöyle bir işim düştü, ne olur beni bağışla çok pişmanım diye yalvartıp, önünde diz çöktürür, -Beni idam edecekler şu ipime bir bıçak vurursan kurtulacağım, -Hayatım bitti, artık benim için yaşamak benim için haram yardım et diye yalvartır, Ellerini değil ayaklarının altını bile öptürür, …
Hiç ummadığı bir kişi, hiç beklemediği, aklının ucundan bile geçirmediği bir yerde, Öyle bir zamanda o kişi gerekli olur ki; hiçbir şey yapmasa bile, görüntüsünün etkisi bile insanı idamdan kurtarabilir, Önemsemediği insanın gücü gün gelir bir tek selamıyla demirden ve çelikten tüm kapıları sonuna kadar açtırır, Olmaz, olamaz denilen, ümit kesilen her şey bir anda sanki sihirli bir değnekle çözülüp sonuçlandırılır …
Yaşı, eğitimi, gücü, niteliği, niceliği, kariyeri, ekonomik ve siyasi gücü ne olursa olsun insanı ipten kurtarır, Çaresiz hastalığına çare-çözüm-ilaç olur, Ulaşamadığı dünyaca ünlü doktoru evine getirip yatağında tedavi ettirir, Bulunamayan ölüme çare olacak ilacı dünyanın öteki ucundan bulup getirir, Kendinin ya da uğruna hayatını verebileceğin sevdiklerinin canını kurtarır, onlara çare bile olur, … O nedenle insanlarla ilişkileri uzun vadeli şekilde düşünmek zorunludur; -Bu insanın kariyeri yok, parası-pulu yok, niceliksiz, bir defalık işim vardı çözdü bitti, ölene kadar onunla artık işim yok, görüşmem, işim bitti demeyin, …
Her insanın gözle görülen fiziki-beden yönünün yanı sıra, bir de gözle görülmeyen, etkisi ve yetkisinin sınırları asla hesap edilemeyen karizması vardır, Yani diğer insanlar üzerindeki görünmeyen etkisi görünenden daha da önemli olabilir…
O nedenle, insanlar arasındaki ilişkiyi bir günlük, aylık, haftalık on yıllık, elli yıllık gibi düşünmeyin; sosyal bir varlık olan insan beşikten mezara kadar diğer insanlarla iletişim halinde olup, onlarla uzun vadeli, çıkara dayanmayan, akılcı iletişimini sürdürmek zorundadır, buna mecburdur, Çünkü insan insana ölünceye kadar gereklidir, bunu unutmayın…
21 Mart Nevruz bayramınızı yürekten kutluyorum…
Bu kutsal günün;
Başta ülkemiz olmak üzere;
Tüm dünya insanlık ailesine; mutluluk, sevgi, coşku, barış, güzellikler getirmesini diliyorum;
…
Nevruz Farsça bir sözcük…
Nev yeni…
Ruz gün…
Yani Nevruz; YENİ GÜN, anlamına geliyor…
Miladi 22 Mart gününe,
Rumi olarak da 9 Mart gününe rastlamaktadır…
…
Türkiye’de çeşitli isimler alan bu kutsal gün;
SULTAN NEVRUZ,
Nevruz – u Sultani,
NAVRIZ,
TEPREŞ,
Mart Dokuzu gibi isimlerle anılmaktadır…
…
Türklerde Nevruz hakkında başlıca rivayet şudur;
NEVRUZ kurtuluş günüdür…
Yani Ergenokon’dan çıkıştır…
Türklerde Nevruz, yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilmiş ve günümüze kadar kutsal bayramlarımız gibi kutlanarak gelmiştir…
…
Orta Asya’daki Türk Topluluklarından;
Azeri, Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Tatar, Uygur,
Anadolu, Balkan Türkleri bu geleneği canlı olarak günümüze kadar yaşatmışlardır…
…
Kışın bitmesi, baharın başlaması olarak bilinen NEVRUZ;
Tüm Türk illerinde şöyle karşılanır;
Evler bir hafta önceden temizlenir…
Bir gün öncesinden çeşitli yemekler hazırlanır,
Ne kadar çok yemek hazırlanıp davetlilere ikram edilirse yeni yılın o kadar zenginlik içinde geçeceğine inanılır…
Kırlara çıkılıp, piknik yapılır…
Mezarlıklar ziyaret edilir…
Eğlenceler yapılır…
Dönme dolaplar, çalgıcılar, satıcılar bayram yerlerinde toplanan halkı eğlendirir…
Başka bir deyişle;
Kış mevsiminin bitişi; baharın başlangıcı olan NEVRUZ;
Kurban ya da Şeker Bayramı havasında kutlanır;
…
Ancak olayın başka bir boyutu ise;
İnsanlarımızın dikkatini çekmek istiyorum;
Her 21 Mart ta yani nevruz geldiğinde…
Türkiye üzerinde oyunlar tezgâhlayan iç ve dış mihraklar el ele verirler…
Bu güzel ve kutsal bayram gününde;
Sokaklarda,
Meydanlarda,
Mahallelerde gösteri yaparlar…
Polislere taşlı-sopalı saldırırlar,
…
Ancak ne yaparlarsa yapsınlar,
Hangi oyunu oynarlarsa oynasınlar,
Bir çakıl taşımızı bile kopartamazlar…
Bundan sonra da kural böyle olacaktır…
…
Binlerce yıldan beri kutlanan NEV-RUZ’
Yani yeni güne yaz mevsiminin başladığı;
Güzelliğe ulaştığınız için, sevinin, kendinizi ödüllendirin…
Bu duygular ve düşüncelerle;
Nevruzu yani baharın başlangıcı olan bu kutsal gününüzü yürekten kutluyorum…
Bu kutsal günün tüm dünyaya barış, kardeşlik, dostluk getirmesini diliyorum…
İnsan DEĞERLİ varlık olduğunu kabul ettirebilmek için;
“DELİ” Olur mu?
…
Ya da,
“BÜYÜK İNSAN” olduğunu kanıtlamak için geçekten
“DELİ” olur mu?
…
Olur, olur hem de bal gibi olur ve olurmuş…
Ünlü ruh bilimci Freud diyor ki;
-İnsanın işini çok iyi yapma isteği iki şeye dayanır,
1-Cinsiyet,
2-“BÜYÜK ADAM” olmak…
…
Başka bir akıllı insanda aynı konuda şöyle diyor;
-İnsanın en büyük ve derin isteği, yaşam isimli bu sahnede
“DEĞERLİ İNSAN” olmaktır…
…
Sıradan her insana ne istediği sorulduğunda;
Sağlık, beslenme, uyku, para kazanma, iyi bir gelecek,
Çocuklarını güvenli, bir gelecek sağlamakmış…
…
İnsanın en başından beri isteği olan, bunların tamamı,
Yerine getirilse bile,
Bir tanesi getirilemiyormuş;
“BÜYÜK ADAM”, “DEĞERLİ İNSAN”
Olma gereksinimidir…
…
Akıllı başka bir insan ise kişiyi tanımlarken diyor ki;
-Her insan iltifattan hoşlanır, hepimiz içten takdiri özleriz…
Övülmekten hoşlanırız…
Ama bunlarla pek karşılaşmayız…
Oysa bu istek insanın içini kemiren, açlık, susuzlukların,
En şiddetlisidir…
Kalbin bu açlığını, susuzluğunu tatmin etmeyi
Bilen çok ender insanlar, başkalarını avuçlarının içine alır…
…
Çünkü bu farklı durum, insanı hayvanlardan, ayıran bir özelliktir…
Eğer insanda, bu duygu ve düşünce olmasaydı, bu gün sahip olduğumuz uygarlık kurulamaz ve ortaya çıkamazdı…
…
İşte “BÜYÜK ADAM” olma,
İşte “DEĞERLİ İNSAN OLMA” duygusu;
İnsanı yaratıcı olmaya, Yönlendirip inanılmaz başarılara imza attırıyormuş…
…
Örneğin bu duygu, akıllı insana ölümsüz kitap yazdırır,
Anıtsal mimari eserler yaptırır, tapınaklar başta olmak üzere,
Para aşkıyla zengin eder, marka kıyafetler giydirir,
Pahalı otomobillere bindir, politikada unvanlar aldırır,
Daha da ötesi;
“BÜYÜK ADAM OLMA”, “DEĞERLİ OLMA” duygusu, İnsana cinayet bile işletiyormuş…
…
“BÜYÜK ADAM” ve “DEĞERLİ OLMA” bu duygusun göstermek
İçin insanlar sempati ve dikkatle karşılanmak için hatta gerektiğinde hastalanabiliyormuş…
…
Bazı insanlar da,
“BÜYÜK İNSAN” , “DEĞERLİ İNSAN” ,
Olamadıkları için; akılları başlarında olmasına
İnanılmaz ama bir tür “DELİ BİLE OLUYORMUŞ”…
…
Yani deli olan insanlardan bazılarının dünyada
Gerçekleştiremedikleri, önemlilik duygusunu,
Delilikle tatmin ettikleri, bilimsel olarak saptanmıştır…
…
Değer verilmesi için akıllarını kaybederek,
Ona kavuştuklarına göre, Bizler de aklı başında olanlara karşı içten takdirlerimizi, söyleyerek neler başarıp, harikalar yaratabileceğimizi tahmin edebilirsiniz…
(Dale Carneıge’ nin, Dost kazanma ve insanları Etkileme sanatı kitabından Esinlendim)
65-70 Yıllık ömründe insan geriye dönüp baktığında; Ne çok insanın hayat hikâyesinde yer alıyor? Ne çok insanın hayat hikâyesine dokunuyor, Ne çok hayat hikâyesinde kendi silinmez izlerini bırakıyor… … Şimdi hayatta olmayan ama çeşitli zamanlarda hikâyelerine dokunduğum; ya da benim hayat hikâyemde silinmez izleri bulunan bazı anılarımı sizlere sunma istedim… … Gazeteci ve televizyon programcısı olarak hikâyelerine dokunduğum ve benim hayatımda yer alanlar şöyle; Aziz Nesin’le söyleşi yapan tek gazeteci olarak ondaki inatçı kişiliği, Yaşar Kemal’in iri harflerle göbeğini oynatarak attığı muhteşem kahkahası, Muzaffer izgü’nün naifliği, Adanalı yazar Demirtaş Ceyhun ağabeyin, benim için Yaşar Kemal den randevu alması, Oğuz Aral, İlhan Selçuk, Turhan Selçuk gibi çağının en önemli insanlarıyla yaptığım sayısız söyleşiler, … Adana nın ilk özel televizyonu olan ART’ de saatlerce canlı yayınlar yaptığım liderlerden bazıları olan; Alpaslan Türkeş’in çocuksu ve içten gülümsemesi, Necmettin Erbakan nın uzu bucağı bilinmeyen, bilgi okyanusundaki hâkimiyeti, Murat Karayalçın’ın yayında verdiği sözüyle Adana milletvekilimiz Timuçin Savaş’ı kültür bakanı yapması, CHP’ NİN ulu çınarı Nebile ataç’ hayatını yazmayı, ayrıca hanımefendinin hayatının son 20 yılında, gittiği her hastaneden önce beni arayıp bilgi vermesi, sonra ziyaretlerine gitmem… Huzurevinde hayata veda ederken de tek ziyaretçisi olmam, … Öncelikle canım babacığım, -Adana da ortaokulda okurken, köye döndüğümüzde 100 metre uzaktan kollarını açarak gelip bana sarılırdı, ciğerparem canım evladım diye ağlar, ağlar, ağlamasını, Tam bir Osmanlı hanımefendisi olan anneciğimin hem evimizde, hem de çevremizdeki tartışılmayan otoritesi, Tahsin ağabeyimin inancı ve yüksek ikna etme kabiliyeti, Bedia ablamın Anadolu insanın gülmece ve espri yeteneğiyle cenazede bile kişileri güldürmesini, Köyümüzde kızların okutulmasının yasak olduğu yıllarda anneciğimin aydın görüşlülüğü sayesinde inşaat mühendisi olmayı başaran Meryem ablamın ailemize yaptığı sınırsız fedakârlıkları, … Bu gün Meryem Abdurrahim Gizer Orta Okulunun yerinde yer alan, 1960’lı yıllardaki Vehbi Necip Savaşan Ortaokulunda İngilizce öğretmenim Nuran Yıldırım’ sayesinde bu yabancı dili çözüp öğrenmeyi başarmam, … Adana Erkek Lisesi Türkiye deki tek hanım Müdiresi Mihriban Göksel hocamın; TRT Çukurova Radyosunda yıllarca süren “GAZETECİ GÖZÜYLE” programımdan hemen sonra telefonla arayıp kutlaması, benim gibi bir öğrenci yetiştirmekten onur duyduğunu söylemesi takdir etmesi, Nüfus cüzdanımda yaşım büyük yazıldığı için Adana Erkek Lisesine kayıt olmak için gittiğimizde memurun askerlik yoklaması yapmadan kayıt etmem demesine rağmen okula kayıt ettirerek hayatımı kurtaran müdür yardımcısı Öztürk Yılmazok hocama duyduğum minnetim, Adana Erkek Lisesi Resim Öğretmeni Ethem Aydın hocamın beni felsefeyle tanıştırması, ileride önemli işlere imza atacağıma inanması, … İnönü Churchill görüşmesi sırasında Adana Belediye Başkanı olan Kasım Ener Amcanın; -Gardaş gel özledim sohbet edelim diye yıllarca, aylarca 4-5 saatlik konuşmasını teybime kayıt etmem, genellikle kendinin konuşması, … Kocaeli Sanayi Odasının düzenlediği fotoğraf yarışması için gittiğim törende, Sakıp Ağanın beni kucaklayıp, -Hoş geldin Adanalı gardaşım diye sahip çıkması, Hacı Sabancı’nın adana nın ilk özel televizyonundaki söyleşime tek başına gelip; -Ağam bizi herkes tanır, korumaya ne gerek var demesi, … Ceyhan’ın Gölovası Köyünde şair Dertli Kazım’la Cüneyt Arkın’ı programım yapması için gittiğim köyde kimsenin meydanda olmaması nedeniyle, hemen camiden anons ederek 5 dakikada tüm vatandaşları meydanda toplamam, … Çukurova da program çekmelerinde rehberlik yaptığım Sadettin Teksoy’un Çobandedeki çalışması sırasında tüm bölgeyi saran ağır parfüm korusu, … AFAD Adana Fotoğraf Amatörleri Derneğinin 1975 ten başlayıp 1979 yılında kurulmasına kadar giden fotoğraf serüvenimde Mehmet Baltacı Ağabeyin İstanbul da yıllarca meslek edinerek bu alanda ulaştığı her türlü fotoğraf bilgisini gelip geçen meraklılara sınırsızca ve bedelsiz sunması, onunla olan iletişimimiz, ağabey kardeş ilişkimiz, AFAD ın ’Adana fotoğraf amatörleri Derneği’ nin ilk başkanı olan Diş Hekimi Sina Coşkun ağabeyin derneğe maddi manevi her alanda yaptığı fedakârlıkları vs… … En önemli olanın da 2016 da arşivimi bağışladığım adana Alpaslan Türkeş Bilim ve Teknoloji Daire Başkanı Ahmet Karataş ağabeyin tüm anılarımın toplandığı “BİR ÖMÜR GAZETECİ” başlığıyla akademisyen yayınevince kitaplaştırılması… (Ayrıca akademisyen@com adresinde edinmek isteyenler olabilir belki… Ayrıca Google Abdulkadir Kaçar’ın sanal dünyası yazıldığında tüm kitaplarımı görebileceğinizi, kapağına tıklayınca da içeriğini okuyabileceğinizi hatırlatırım)… Burada sadece bazı notlarımı yazdım 50 yıla yaklaşan meslek hayatım zaten birkaçını anlattım… Şu anda hayatta olmayan, ama benim hikâyelerinde yer aldığım ya da bana dokunan insanların bu serüvenimde bıraktığı izlerden bir bölümünü hatırlatmak, tarihe not olarak düşmek istedim… … Şimdi soru şu; gelecek kuşaklar tarafından nasıl anılmak istersiniz? Ya da kimlerin sizin serüveninizde yer almasına nasıl katkı koymasını arzu edersiniz… Yanıtlarınız önemli… Bir kez daha düşünün lütfen… Gelecek kuşaklarca nasıl anılmak isterseniz, kararınızı verip o şekilde davranmanızı dilerim… Ben de gelecek kuşaklarca yazdıklarımla, ortaya koyduğum görsel videolar, ölümsüz olduğuna inandığım düşüncelerimle hatırlanmayı arzu ederim… İYİ İNSANDI denilmesi, aynı sözleri mezar taşıma da yazılabilirse yeterli olacaktır…
Sen kimsin? -Buna cevabım yok, ne şu anda göründüğüm gibi benim, -Ne de insanların gördüğü ben değilim… -İçindeki en sevdiğin? -O da ben değilim, hiç birimiz değiliz… -Neden? -Ya hani çok cesurum bazen, korkusuz olurum… -Kimsenin başaramayacağı işleri yaparım, -Bazen de hiçbir şey yapamam dediğim zamanlar olur… -Bu durumlar çok mu? -Çok değil ama az olduğunu da söyleyemem… -İnsanlarla mesafeli misin? -Öyleyim, ama sadece sıcak değilim… -Birbirimizi hemen seveceğimiz mesaj veren biri değilim… -Ama mesafeli olduğumu sanmıyorum… -Cinsiyet, yaş, sınıf farkı falan hissetmeden konuşan biriyim… … Bu söyleşi yaygın bir gazetede gerçekleşti; İnsanın kendini tanıması, fark etmesi, ; Her koşulda olumlu ya da olumsuz değerlerini oluşturması gerekir… Sorulara yanıt veren kişi; gerçekten kendini tanımıyor, Ruhsal olarak olgunlaşmamış, bilinçaltında yitmiş gibi, Denizin dalgalanması gibi sürekli dalgalanıyor, Ne yapmak istediğin, nasıl davranacağını, Nasıl yanıt verebileceğini bilemiyor… Çünkü yaşadığının bilincinde bile olmadığı için, Kendini tanıyamamış, içinde kaybolmuş gibi… … Oysa hayat isimli tiyatro sahnesinde zor olan, İnsanın kendini tanıyıp, bazı özelliklerinin, Derinliklerini bilip, değerler ve davranışlarının farkına varması gerekir… İnsanlık ailesinin en akıllı kişisi olan filozof; Sokrates“Kendini tanı o zaman evreni ve başkalarını tanıyacaksın… Duygularımızın davranışımızı nasıl tetiklediğinin farkında olmak temel bir duygusal yeterliliktir” der… … İnsan aklını kullanıp düşüncelerini sözlü olarak ifade eden tek canlı türüdür… Kendini tanıyan evreni, diğer insanları da tanır… Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? En önemli bilgi kendimizin farkında ve bilincinde olmaktır… O zaman hayat engellerini daha kolay aşarız, Önümüze çıkan sıkıntılarımızı azaltır, mutluluklarımızı çoğaltabiliriz; Kendini tanımamak artı değil, eksi anlamındadır; Sadece kendimizi tanıdıkça mutlu yaşarız nokta… … Hikâye şöyle; genç bir adam Sokrates’e nasıl bilge olabileceğin sormuş Sokrates; -Gel benimle demiş… Delikanlıyı alıp nehrin kenarına götürmüş… Başını suyun altına sokmuş, delikanlı havasız kalana Kadar kafasını, suyun içinde tutmuş… Sonra da bırakmış, delikanlı derin derin, nefes almış… Delikanlı kendine gelince Sokrates sormuş; -Başın suyun içindeyken en çok neyi arzuladın? Havayı almayı nefesi arzuladım, demiş… Sokrates başını bilgece sallayıp; -İşte bilgeliği de kafan suyun içindeyken havayı arzuladığın gibi çok çalıştığında bilgeliğe sahip olabileceksin… Aslında Sokrates’in su testi, hayatın tüm aşamaları İçin uygulanabilir; doktor olmak mı istiyorsun? Öğretmen, mimar, mühendis, avukat, uzay mühendisi, iş insanı çiftçi, yazar vs… Sokrates ustanın, 2500 yıl önce gerçekleştirdiği, su testi bu alanda vereceğin kararın için, en büyük ölçü olsun… Bunların başında da kendini tanımak gelir nokta…